18 Mayıs 2015 Pazartesi

İHANET


Apansız gelir,  ağlarsın, dona kalırsın, inanamazsın, ağlarsın

Sorarsın sonra, neden, niçin diye ama cevap bulamazsın, 

 Suçlarsın kendin,i kendinde ararsın kusuru, ağlarsın

 Sorgularsın geçmişi en baştan sona kadar,

 Kafanda dinmek bilmeyen sorular, cevapsız kalır, ağlarsın,

 Ararsın bulmak için sebebini, çünkü ansızın gelmiştir, 

Haber vermeden, izin almadan, sana sormadan, kırmıştır kapını,

Girmiştin içeri ta derine, en özeline, ağlarsın

 Utanırsın sormaya,  ya da birine anlatmaya,

Kalbin acır, ellerin titrer, beynin zonklar, öfkelenirsin, ağlarsın

Delice ölmek yada öldürmek istersin ,kıyamazsın,
  
Severken tam da güvenirken, inmiştir acı bir tokat gibi  yüzüne,

 Bir açıklama istersin, cevabından korkarak, duymak 
istemezsin,ağlarsın.
                                                                                                                                                                                                                                                    SEVGİ ÖZTÜRK

15 Mayıs 2015 Cuma

HEP SONRADAN GELİR AKLIM BAŞIMA,HEP SONRADAN GELİR AKLIMA

HEP SONRADAN GELİR AKLIM BAŞIMA,HEP SONRADAN GELİR AKLIMA


Hep sonradan gelir aklım başıma, hep sonradan sonradan, sonradan gelir aklıma, diye başlayan Ali Çınar'a ait sözler Ahmet Kaya'nın sesiyle girmişti dünyama.
İlk gençlik yıllarımdı çok severdim her ikisini de birinin şiirleri yavan olan ekmeğimize katık, boş olan soframıza azık, aç olan karnımıza aş olmuştu. Unutturuyordu açlığı, yokluğu, dışarıda esen yeri göğü  donduran zemheriyi. Uzundu kışlar burada, soğuktu, ayazdı. Isıtırdı içimizi naif tarzı, yumuşak sesiyle, en güçlü protestolarını  bile ince bir dil, hoş bir melodi ile yapardı.                                                                       

Başkaldırırdı yoksulluğa, açlığa, insanın insanın zulmüne. Barış derdi kişisel, zümresel, göstermelik ya da tadımlık değil kitlesel, toplumsal, dünyasal, bir anlık olmayan doyumluk barış. İnsanları insan bazında görürdü. Kimliği ve kimliksizliği onu ilgilendirirdi.

Herkesin bir kimliği olsun isterdi, saygınlığı, toplumda bir yeri, insanların geldikleri yere göre değil, baktıkları şeye göre itibar görmesini beklerdi. Özünü yitirmeden, korkudan inkar etmeden, maddesel değerine göre değil, topluma bakışına, içine karışına, top yekün oluşuna bakardı. Baskılar, zulümler ile yoğrulan bu milletin kimliğini ibraz edemediğini, ibraz etse bile göreceği muameleyi tanırdı, tahmin ederdi, bilirdi. Çünkü oda o milletin bir ferdi, zulmün mağduru, baskının ezdiği yerden gelirdi. Kimliksizlikte onun sorunuydu, bilirdi bu da milletin sonuydu. Korkuları yok etmeyi korkmamayı öğretirdi, yasadan, adaletten, güvenilmesi gereken devletten.

En güzel sevginin, en güzel nefretin, en güzel ihanetin tarifini o yapardı. Ne sen Leyla'sın nede ben mecnun derdi. Evet ne Leyla olabildik, ne Mecnun biz sadece sevdiklerimizi arkadan vurduk.
Saçlarına yıldız düşmüş, koparma, ağlama anne derdi. Bunu sadece kendi annesine veya ağlayan analara değil, acısını içine  gömen, ağlamak, bağırmak, haykırmak isteyip de ağlayamayan, ağlarsa neden ağladığını açıklayamayan,Berfo Ana gibi kimliksiz evlatların kimliksiz  analarına derdi. O anaların yerine de o ağlardı, haykırırdı, onların sesiz sesi olurdu.
Toprak olmak ne garip şey anne, baba olamamak dedi. Baba oldu çok iyi bir baba, örnek bir baba. Fikri düşüncesi kimilerinin hoşuna gitti, kimilerinin zoruna, kimi bağrına bastı, kimi yolunu kesti, kimi alkışladı, kimi çatal fırlattı. Ama o babaydı hepsini göğüsledi. O baba oldu hem yavrularına, hem de babasız olup da baba kelimesini zikredemeyenlere  baba oldu.
Toprak olmak ne garip şey anne dedi, garip bir ülkede, garip insanların arasında, garip bir şekilde toprak oldu, içimizi yaktı, bizi ansızın bırakıp gitti.

Ve yine hep sonradan  geldi aklımız başımıza, sonradan geldi aklımıza, sonradan sorduk birbirimize neden suçu neydi, sonu böylemi olmalıydı, tüm diğer olanlar gibi onlar da garip bir ülkede, garip  insanların arasında, garip bir şekilde toprak oldular. Kimini vatan haini ilan ettik, vatanından, yuvasından kopardık, yetmiyormuş gibi, vatandaşlıktan attık. Adam  yuvasından kovulmuş, memleketine ve sevdiklerine hasret ölmüş, biz vatandaşlıktan atmışız, ne garip şey anne.                                            

Birde çıktık gençtik, galeyana geldik dedik, destursuzca özür diledik. Özrü hatayı yaptığımızdan değil, toplumdan diledik, oysaki biz bu kabahati o toplumla işledik.

Kimilerine iade-i itibar yaptık, kimilerinin kemiklerinin bile rahat bırakmadık. Sanki iade-i itibar yapınca sürdüğümüz lekeleri, verdiğimiz acıları, içindeki sızıları geri aldık.  Ya da geride kalanların evlat, baba, oğul sevgisini veya mahrum bıraktığımız sevgisizliğini mi? İade-i itibar yaptık.
Sonradan geldi aklımız başımıza ya da sonradan geldi aklımıza giden değerlerin yeri doldurulmuyor, geri gelmiyor diye. Ama ne aklımıza geldi, nede aklımız başımıza geldi. Biz bunu defalarca yaptık, yapmaya da devam edeceğiz, çünkü biz ne deriz TARİH TEKERRÜRDEN İBARETTİR.
                                                                                                SEVGİ ÖZTÜRK

12 Mayıs 2015 Salı

KAÇ KERE ÖLÜRÜZ


Adamın biri çölde yürürken kendini birden bir kuyunun dibinde bulur. Kuyu o kadar büyük ve derinmiş ki zavallı adam sonun burada olacağına inanmış, ölümü beklemeye başlamış. Kim bilir kaç gün sonra biri veya birileri buradan geçecek , geçse bile beni fark etmeyeceklerdir,diye düşünürken öylece uykuya dalmış. Ne kadar uyuduğunun farkında bile değilmiş, saatler geçmiş, açlık, karanlık, sessizlik içinde uyurken aniden atların ayak seslerini ve insanların konuşmalarını duymuş. sesler uzaktan ve derindenmiş  zor anlaşılıyormuş. Sevinçle kalkmış, bağırmaya başlamış "imdat kurtarın" "kurtarın beni" "ben buradayım, ölmek istemiyorum" Ama kimse sesini duymamış, duymadıkları gibi birbirlerine bağırıyor ve kızıyorlarmış. "Kim açık koydu bu kuyunun kapağını su kirlenecek" diye. Kocaman bir kayayı alıp, kuyunun üstüne koyup ağzını katıp, gitmişler.

Aşağıda ki adamcığaz olduğu yer çökmüş, tamam demiş sonum asıl şimdi geldi. Artık sesimi duyanda olmayacak bu sefer kesin ölürüm. Bir taraftan da önüne bakmadığı için kendine, bir taraftan kuyunun kapağını kapatmayanlara ve şimdi gelip kapatanlara kızıyormuş içten içe. Aklına gelen tüm duaları okuyor, yaptıkları ve yapmadıkları için Allah'tan af diliyormuş. Tam o sırada bir aslan sesiyle irkilmiş ve sıçramış çöktüğü yerden. Çok korkunç ve çok öfkeli bir hal içindeki aslan garip sesler çıkarıyor, sanki birilerine kızıyor gibiymiş. Aslanın kızgınlığı her gün su içtiği kuyunun üstünde kocaman bir kayanın oluşuna imiş. Adamcığaz tamam demiş kuyuya düştük ölmedik, kapağını kapattılar ölmedik, ama şimdi aslan kuyuya inecek su için ve beni de yiyecek asıl ölüm şimdi. Adam bunları aklından geçirirken bir taraftan da saklana bileceği, en izbe ve en karanlık bir yer arıyormuş. Bulduğu yere sindiği an bir gürültü ile kayayı yere atan aslan kuyunun içine atlamış, kana kana suyunu içmeye başlamış. biraz dinlenen aslan tekrar suyunu içip kuyudan çıkmak için geri geri gidiyormuş. Adamcığaz sonun nasıl olacağını artık düşünmüyormuş, kaderine razı aslanı seyrediyormuş. Büyük bir hamle ile kuyudan aslanın atlayacağı sırada Allah tarafından bir ses aslanın kuyruğuna asıl demiş, ani bir hamle ile aslanın kuyruğuna yapışan adam bir dakika sonra kendini kuyunun dışında bulmuş. Karnı tok, suyunu da içmiş olan aslan geldiği gibi hızla ve hırsla gitmiş. Adamcığaz bir kaç saat içinde ölümün kaç halini ölmeden yaşamıştı. Her ikisinde de bir kurtuluş ümidi varken en son aslanla kuyuda kalışı kesin ölüm idi. Ama ölüm gözüyle baktığı kurtuluşu, celladı gözüyle baktığı ve seyrettiği ise kurtarıcısı olmuştur. Hayat da bu değil mi ? Kaç kez düşeriz yaşamımız boyunca kuyuya ,bazen sığ bir kuyu olur , bazen de derin , bazense dipsizdir. Bazen tek hamlede Allah der çıkarız, bazen de çabaladıkça batarız. Kimi zaman birileri olur, etrafımızda kimi zaman tek başımıza kaderimize mahkum. Çoğu zaman ise kuyudan kurtuluşu değil de neden neden diyerek tüketiriz ömrümüzü. VE YAŞARKEN KAÇ KERE ÖLÜRÜZ..............................

 Her seferinde yaradan bize kurtarıcı, yol, çıkış, umut, duygu, his verir. Silkine bilmek, doğrula bilmek , çıkabilmek ve yaşayabilmek için. Defalarca yaparız aynı hatayı, gerek kişisel, gerek toplumsal. Bakmayız yürüdüğümüz yola, gittiğimiz yöne, bastığımız şeye, tutunduğumuz dala. Çünkü biz çabuk güveniriz, emin oluruz, zaten doğruyu da biz biliriz. Kolay kolay değiştiremeyiz, kendimizi, özümüzü ve fikrimizi ta ki düşene kadar. Düşüp de gerçekleri görene kadar, kurtuluş ararız bir yol, bir çıkış. Dostlar ya yok olur, ya o anda kaybolur , seyreder el vermezler, bakarlar görmezler, duysalar işitmezler zaten onlar dost değildirler. Çok şeyi anlarsın, çok şeyi ararsın kendinde buldukların, bulamadıkların hepsi sende yeni bir sen olur , artık sen sensiz yaşarsın şu koca alemde .

                                                                                                                           SEVGİ ÖZTÜRK