22 Aralık 2016 Perşembe

ENGİZİSYON MAHKEMELERİ HORTLADI MI ?



Tarihin her döneminde  bazen din adına bazen milliyetçilik adına bazende soykırım adına, bölgesel,etnik veya üstülük sağlamaya yönelik  katliamlar olmuştur
. Kimi zaman bir toplum veya etnik yapı diğerini,  ya kendi yok etmiş, ya farklı bir sebep sunarak  çeşitli bahanelerle başka bir toplum veya gruba yok ettirmiştir.  Eğer  bu şeklide yok edemiyorsa  yok etmek istediği toplumun içine nifaklar sokarak  kardeş kavgaları çıkarmak suretiyle imha işlemini yapmıştır. Çoğu zaman bunun adını modernleşme, demokratlaşma  yada toplumsal uyanış  şeklinde adlandırmıştır.   Aslında asıl  sebep  güçlenen dünya üzerinde kendi varlığını idame edememe korkusudur.
Tıpkı yüzyıllar boyu hüküm süren  kitlesel soykırımı dünya coğrafyası üzerinde bir çok bölgede yapan engizisyon mahkemeleri gibi.

Roma Katolik Kilisesinin Hıristiyanlığı muhafaza etmek ve karşı olanları veya yeni fikirler ortaya atanları cezalandırmak için kurduğu ruhban cemiyeti mahkemeleri. 1183 (H.578) tarihinde kurulmaya başladı ve 1807 (H. 1222)ye kadar tam altı asır devam etti. İtalya, İspanya, Fransa ile diğer Batı Avrupa devletlerinde kurulan bu korkunç malikanelerde sayısız insanlar, ya din uğruna veya yeni fikirler ortaya koydukları için, haksız yere öldürüldüler, yahut diri diri yakıldılarengizisyon
Engizisyon mahkemelerini papazlar idare ediyor, bütün muamelatları gizli yapılıyordu. Papa Üçüncü İnnoceutius, Engizisyonun öncülerindendir. Suçlanan kimsenin avukatı veya kendisini müdafaa edecek bir sözcüsü olmazdı ve suçlamaların kim tarafından yapıldığını öğrenmek hakkı yoktu. Engizisyon ruhban cemiyetinin verdiği cezalar içinde "Haçlı seferlerine katılma gibi" cezalar da vardı. Sanıklarda pişmanlık duygusu görülmezse, cezası yakılarak öldürülmekt
i. Eğer suçlanan kişi ölmüş ise, onu mezar bile Engizisyondan kurtaramaz. Ölü mezardan çıkarılıp cesedi yakılır, mirasına da el konurdu. Almanya’da engizisyonun korkunç temsilcisi Konrad Von Malburg oldu. Mary Tuder, Engizisyon Mahkemelerinin İngiltere’de kurulmasına çalıştı. İtalya’da Üçüncü Paulus zamanında engizisyon faaliyetleri devam etti.
Engizisyon mahkemeleri yalnız Hıristiyanlıktan çıkanları değil, bütün aydınları yok ediyor, fennin ve ilmin ortaya koyduğu yenilikleri günah sayıyordu. Dünyanın küre şeklinde (yuvarlak) olduğunu ve döndüğünü Müslümanlardan öğrenerek, Avrupalılara nakleden Galileo bile bu beyanatından dolayı yetmiş yaşlarındayken Engizisyon Mahkemelerine sevk edilmiş, hapishanede gözleri kör olmuştur. Daha sonra sözünü resmen geri alarak kurtulabilmiştir. Bu mahkemelerde kişiler sadece itam edilen suçla delilsiz, şahitsiz, avukatsız ve savunmasız bir şekilde sözüm ona yargılanıyordu.Aslında suç en başında kesin, cezası da belliydi.
Engizisyon mahkemelerinin İspanya’daki zulmü daha büyük olmuştur. 1232 tarihinden başlayarak Engizisyon cemiyeti, İspanya’nın her tarafında birer şube açtı. Müslümanlara, Yahudilere, bunlara taraftar, sevgisi olanlara ve savaşlarda Müslümanlara yardım eden, Hıristiyanlara yapmadıkları zulüm kalmadı. 1492’de son İslam devleti yıkıldıktan sonra Kral Ferdinand ve karısı Elizabeth, İspanya’daki Müslüman ve Musevilerin tamamını yok etmek için, engizisyonu had safhaya çıkardılar. İspanya’daki Yahudilerle Müslümanlar tamamen imha edilinceye kadar bu mahkemelerde süründüler, oğlunu bile bu mahkemelerde idama mahkum ettiren İspanya Kralı Beşinci Ferdinand, "İspanya’da artık ne Müslüman, ne de dinsiz kaldı." diye iftihar etmiştir.

Engizisyon mahkemeleri insanlık tarihinin lekesi, Hıristiyanlığın yüz karasıdır. İspanya’da engizisyonu Napolyon Bonaparte 1807 (H. 1222) senesinde binbir zorlukla kaldırmış, onun düşmesinden sonra, tekrar canlanan bu vahşet, bir müddet daha devam ederek tarihe karışmıştır.
Sayısı pek fazla olan Engizisyon Mahkemelerinin kaç kişiyi ölüme mahkum ettiği kat’i olarak bilinmemekte ise de milyonları geçtiği muhakkaktır. Çünkü yalnız İspanya’da küçük bir Engizisyon Mahkemesi 28.000 kişiyi ölüme mahkum etmiştir. Bu durum göz önüne alınarak sayısı çok olan bu mahkemelerin kaç kişiyi idam ettirdiği bilinmemektedir. Tüm dünya milletlerine baktığımızda içlerinden sadece bir kaç ülke içindeki azınlıklara karşı dinde serbesti getirmiştir. Bunlar içlerindeki azınlıklara çeşitli haklar verirken kendi bünyesindeki ve aslında kendi ile aynı kökenden gelen kendi halklarına daha zalim ve daha yok edici davranmıştır. Osmanlı Devleti o dönemde kendi iç yapısında serbestliği getirirken, etrafında meydana gelen olaylara duyarsız kalmamıştır.  

Osmanlı devleti, Endülüs Müslümanlarına sahip çıkmıştır; ancak gücü ve siyasi durumu, sadece onları katliamdan kurtarmaya yetmiştir. Şöyle ki:
1492 yılında Endülüs'teki son Müslüman devletine son verilmeden evvel, bunları koruması muhtemel olan Müslüman devletler saf dışı edilmiştir. 1485-1491 yılları arasında, yani tam Müslümanlar yok edilmeye çalışıldığı günlerde, Osmanlı-Memlüklü harbi devam etmektedir. Endülüs'te tek Müslüman devlet kalmıştı.
Avrupa'yı Rönesans'a taşıyan Endülüs'teki Müslüman devleti, sona ermek üzereydi.Son çare olarak Osmanlıdan yardım istendi, bunu üzerine  II. Beyazıt, Divan-ı Hümâyûn'u toplayarak durumu müzâkere etti ve Batı Akdeniz'e donanma gönderilmesi kararlaştırıldı. Kemal Reis'in komutasındaki Osmanlı Donanması 1487'de İspanya seferine çıktı. Böylece Osmanlı Devleti, Kastilya, Aragon, Napoli ve Sicilya Krallıklarına karşı harp ilan etmiş oluyordu. Kemal Reis Güney İtalya'yı vurarak İspanya sularına kadar geldi ve Malaga'yı tekrar aldı. Ne acıdır ki, Osmanlı Donanması Fransızlara kolaylık gösteren Tunus Hafi Sultanlığı ile de uğraşıyordu. Bu hücumlar, Memlüklülerle de uğraşan Osmanlı Devleti'nin iki ateş arasında kalmasından dolayı, netice vermedi ve 1492 yılında Gırnata teslim oldu ve Endülüs'teki İslâm Hâkimiyeti sona erdi. Osmanlı donanması, yollara düşen 300.000 kadar Müslümanı Fas ve Cezayir'e nakletti.

--1492 önemli olayların buluşma tarihidir. 1492'de Amerika keşfedildi ve İspanya Yahudileri sürgün edildi. Endülüs'ün son kalesi olan Gırnata'daki Nasrî Emîrliği tarihten silindi. Bundan sonra İslam'ın İspanya'da jeopolitik hiçbir dayanağı kalmadı. Müslümanlar katolik kralların egemenliğine girdi. Önceleri Müslümanlara iyi davranan  devrin yöneticileri zaman içinde Müslümanların dinlerini değiştirebileceğine inanıyorlardı. Fakat istenilen değişim olmayınca olaylar boyut ve  şekil değiştirmiş kıyımlar başlamıştır.                   

Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Cezayir, Ürdün ve Yemen'de büyük çapta; Moritanya, Suudi Arabistan, Umman, Irak, Lübnan ve Fas'ta küçük çapta olmak üzere tüm Arap Dünyası ve Müslüman aleminde  aslın da şu an yaşanan ve adını Arap baharı koydukları, baharla alakası olmayan, yıllar önce başlayan ve yok edilemeyen, Müslüman halkların farklı bir şekilde yok edilme şeklidir. Tarihin her donemin de, Müslüman halklar üzerinde oynanan,  şu anda Arap Ülkelerinde, Irak'la başlayan,Suriye ve ardından Mısır'da  alevlenen  oyunların asıl nedeni oradaki halkların demokrasi arayışı ve yeniden yapılanma isteği  gibi görünse de aslında amaç ve altında yatan fikirler çok farklıdır.Yüzyıllar öncesinde Engizisyon Mahkemeleri ile baslayan Arapların, Müslümanların   yok edilme zulmü ve politikasının altında yatan gelişen ve güçlenen Müslüman coğrafyasının yok edilme veya asimle edilmesidir.O dönem Engizisyon Mahkemelerinin yargılama sisteminde suç, Hıristıyanlığa karşı gelenleri veya farklı dinden olanları bir şekilde ya kendine biat ettirmek yada yok etmekti. Bunu kilise emrediyordu. Suç kilise nezninde   sabit ve belli olmasına rağmen yargılayan makam  tamamen kilise dışında seçiliyordu. Bu şekilde din, uygulamanın dışında tutuluyor, yapılan tüm canilikler ve zulümler farklı gösterilmeye çalışılıyordu. Bu uygulama yıllar boyu değişik şekillerde ve değişik kavimlerde, toplumlarda bu şekilde olmuştur. Hep birileri bir şeylerden rahatsız olmuştur. Bu sebepledir ki hep bir şeyler yapılmıştır. Bazen adına dini reform, bazen adına dine dönüş veya toplumsal uyanış diye nitelendirdikleri, modernleşme ve ilkel toplumları medenileştirme saydıkları. Çoğu zamanda devlet politikası şeklinde yapmıştır, tek taraflı sadece yandaşlarına veya  kendi bulunduğu coğrafyaya, kitleye hizmet ederken, diğerlerini ya yok etmiş, yok edemediğini asimle etmiştir. Her ikisini de yapamadığı zaman ise bir şekilde toplumları ve ülkeleri aralıksız baskı ve zorbalıkla sessizleştirmiştir. Bu öyle bir hal almıştır ki zaman zaman insanlar asılsız suçlamalarla veya önceden planlanmış tuzaklarla tüm kişilik hakları, özgürlükleri gasp edilerek bir şeylere mahkum edilmiştir. Kısacası kişilerin kimlikleri ellerinden alınarak kimliksizleştirilmişlerdir. 

Ortaçağ karanlığından gelen Engizisyon Mahkemelerinin nasıl bir prosedür izlediği, kişileri nasıl zalimce, savunmasız adeta insan vasfı dışında görüp, katlettiği ve bunu kitlesel ve dünyasal kıyımlara dönüştürdüğü aşikardır. Şimdi ise  olaylar sadece boyut ve zaman değiştirmiştir.
   Şu an bir çok coğrafya da yaşanan ve olan değişim gerçek İslam temellerinde eşit hak ve hukuk düzeyinde kişilerin birbirine saygılı ve bir o kadar da özgür yaşayabilmeleri için kendi içlerinde yaşadıkları değişimdir.Arap baharı diye insanları kandırıp Engizisyon oyunları ile kitlesel yok edişin asıl nedeni Avrupa'nın korktuğu gerçek İslamdır .O nedenle o ülkelerde yaşayan halkların tümünün bunu fark etmesi ve bu oyunların farkına varması gerekmektedir.Türk toplumunun yaşadığı darbeler sonunda yaptığı gibi durup herkesin kendini dinlemesi ve bireysel bazda sükuna erip toplumsal bazda yeniden yapılanmasıdır.    

Tarih boyunca değişik şekillerde toplumlar ya asimle edilmiş veya toplu kıyımlarla yok edilmiştir. Bu şekilde bir ırk diğeri tarafından kendinden alta çekilmiş, kontrol altında tutulmuştur. Hiç bir toplumda tam anlamıyla demokrasi veya özgürlükten söz edilemez. Sadece bu asimilasyon şekil değiştirmiştir. Bazen şiddet, bazen telkin,  bazen kıyım, bazen ise yok sayılarak yapılmıştır. Gelişen ve değişen dünya ile birlikte hızla gelişen iletişim ağları, kişilerin bu ağları kullanma oranları ve imkanları doğrultusunda artık dünya devletleri, halkları kontrol etmekte zorlanmaktadır. Artık yüzünde yaşayan tüm halklar birbirlerinden haberdardır. Ülkemizde ve dünyada yaşanan tüm olaylar bize şunu göstermektedir ki ülkenin zenginliği, fakirliği, silahlı güçlerinin yapısı, elindeki teknoloji veya kendi ülkesindeki iktidar gücü ne olursa olsun devlet halkı ile bütünleşmek ve halkını dinlemek zorundadır. Osmanlıyı devleten  hükümdarlığa çeviren ve yüzyıllar boyu hakimiyetini sağlayan sadece, içinde barındırdığı tüm halklara, insan gözüyle bakması ve onların insanı ihtiyacı olan her şeyi onlara vermesidir. Halkından gelen sese kulaklarını kapayan, ciddiye almayan,ötekileştiren,kutuplaştıran  veya zaman zaman nabız yoklamayan devletler sadece kendi halklarının oyuncağı olmakla kalmayıp, dünyasal alanda da kobay duruma düşmüşlerdir. 
Milletler bu sosyal medya ve bu kadar iletişim, teknoloji içinde çok çabuk toparlanabildiği   gibi çok çabuk da parçalanıp yok olabilmektedir. 
Gerçek manada İslamın anlaşıldığı ve yaşandığı güzel günlerin geleceği baharlarda buluşmak dileğiyle


Kaynakça:

- Ortaylı, İlber (2011) İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul: Alkım Yayınevi.

-Âşıkpaşa-zâde, Tarih, sh. 250-251; Solakzâde, sh. 364-384; Âli, Künh'ül-Ahbâr, Süleymaniye kütp. Es'ad E-fendi, nr. 2162, vrk. 199/a vd.; Kantemir, c. I, sh. 178-179; Efdaleddin, "Bir Veslka-ı Müellim", TOEM , nr. 4, sh. 201-210; Yılmaz, Belgelerle Osmanlı Tarihi, c. I, sh. 390-392; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. II, sh. 197-206; Ali Rıza Seyfi, Kemal ve Baba Oruç, İstanbul 1325.)

Hiç yorum yok: