18 Aralık 2016 Pazar

KABAĞIN DA BiR SAHiİBİ VAR

KABAĞIN DA BiR SAHiİBİ VAR
Vaktiyle bir derviş, nefis terbiyesinin çeşitli merhalelerinden geçtikten sonra, bağlı olduğu tarikatın büyüğü tarafından bir berbere gönderilir. Dervişten saçını dibinden kazıtması, sakal ve bıyığını ise alabildiğine kısaltması istenmiştir. Tereddütsüz bir şekilde berber koltuğuna oturan derviş:
“-Vur usturayı berber efendi!..” der.
Berber, dervişin saçlarını kazımaya başlar. Derviş de aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:
“-Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım!..” diye kükrer.
Dervişlik bu… Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Ses çıkarmaz, biraz çaresiz, biraz mütevekkil usulca kalkar yerinden.
Berber, bu gariban müşterisine karşı mahcup olmakla beraber kabadayının pervâsızlığından da korkmuştur. Ses çıkaramaz.
Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa baslar. Fakat küstah kabadayı, tıraş esnasında da boş durmaz; sürekli aşağılar dervişi, alay eder:
“-Kabak aşağı, kabak yukarı!..”
Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası, yokuştan aşağı hızla kabadayının üzerine doğru gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir, kabadayının karnına batıverir. Kaşla göz arasında babayiğit kabadayı oracığa yığılır kalır. Ölmüştür. Herkes bir anda olup biten bu olayın hayret ve şaşkınlığı içindedir. Berber de şok olmuştur; bir manzaraya, bir dervişe bakar ve gayr-i ihtiyarî sorar:
“-Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?!.”
Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:
“-Vallâhi gücenmedim ona. Hakkımı da helâl etmiştim. Gel gör ki, kabağın bir de sâhibi var. O gücenmiş olmalı!..”
Gerçek yaşamda bu değil midir ? Mazlum sabreder susar, zalimin imana gelmesini bekler.Aşını verir, işini verir ve çoğu zaman ise onurunu bile elinden alır, zalim oğlu zalim. O bekler Yaradana sığınır, susar ama hep içinden Allah'ım sen şahitsin der. Yaradan da sabreder zalim de onun kuludur. Uyarır defalarca, küçük,küçük olaylarla, bazen insan eliyle bazen insan diliyle, bazense doğal olaylarla. Ama eğer zalim ne Allah'tan korkar nede kuldan utanmaz ise o zaman yaradan artık belasını da, cezasını da verir ve onu ibreti alem için rezili rüsva eder.

Hiç yorum yok: